Daracık sokaklarda yaşamlar akmış;  din, dil, mezhep değil; ‘insan’ önde olmuş!

YEŞİLKÖY’ de…

İlkler, sonlar, varoluşlar, yıkılışlar; hepsi burada!

Hikayemiz;  İsa’nın ölümü ile başlar; Kudüs’de! St Stefan (Stephanos, Stefanos, Stefano)  O’nun yoldaşı, sırdaşı. İsa’nın ölümünden bir yıl sonra taşlanarak öldürülen ilk dini şehit Hristiyanlıkta. Yüz yıllar sonra Roma’nın isteği ile Aziz’in kemikleri bu topraklara taşınır, buradan da Roma’ya doğru yola çıkar. Gemi bugünkü Yeşilköy önlerine geldiğinde, şiddetli bir fırtınaya yakalanır ve buraya sığınır. Denizciler fırtınanın dinmesini beklerken,  Aziz’in kemiklerini karaya çıkarır garantiye alırlar. Fırtına sonrası tekrar yola çıkacakken; bir varsayım bazı kemiklerin buraya gömüldüğü ve üzerine basit bir mabet yapıldığı, diğere varsayıma göre tüm kemiklerle burada bir mezar oluşturulduğu ve üzerine  kilise yapıldığı. Tabi ki hiçbir iz yok bunlardan ama, kalan bir isim var ‘Ayios Stefanos’ söylene söylene;  ‘Ayastefanos’. Aziz’in ismi; Yeşilköy’ün eski adı. İşte şimdi başlıyor asıl hikaye! İsmin dışında başka bir iz’de; her yıl 26 Aralık’da gerçekleşen  ‘Thisias’ kurban kesme ayini! Köylerine misafir olan denizcilere, yöre halkı koyunlar, kuzular keserek bakmış, beslemiş, bu günümüzde de yaşatılıyor! Oysa Hristiyanlıkta böyle bir gelenek yok! Şu kilise durumuna bir açıklık getirelim. Zaman içinde açılan 3 kilise var burada, hepsi de Aziz’e adanmış. Surp Stefan (Ermeni), Ayios Stefanos (Rum) ve St. Stefana (Latin Katolik) Hepsi birbirine çok yakın ve ilk yapıldığına inanılanın civarında!

Bugün, adalardan sonra geleneksel mimarimin yaşatıldığı en önemli yerlerden bir bence İstanbul’da.  ‘Art neuveau’ tarzında, ahşap kaplı konaklar görülmeye, yaşamaya değer. Yıllarca İtalyan, Rum, Ermeni, Süryani, Musevi, Levanten vatandaşlar yaşamışlar Türklerle dostça;  ve iz bırakmışlar! Roma döneminde yazlık saraylarda keyif süren ahali, zaman içinde bıldırcını ile ünlü bu bölge ormanlarında ava çıkan elit kesim. Çok hikayesi var Yeşilköy’ün böyle; çok da ahalisi!

 Biryanı mavi deniz, bir yanı yeşil alabildiğince. Şimdiki isimde buradan gelir. Halit Ziya Uşaklıgil usta, Büyükada yaşamına son verir ama ‘yeşil’ hep önemlidir onun için. Ölene dek yaşayacağı ‘yeşil’ bir yer arar ve burayı bir arkadaş ziyareti sonrası keşfeder. Çok sever ve yerleşir. 1945’de ölümünde dek, burada nefes alır.  Ayastefanos’tan, Yeşilköy’e geçişte isim babası, usta! 1924’de onun önerisi kabul görür, 1930’da da Yeşilköy olur; Ayastefanos!

Her yerinden denize girilirmiş o yıllarda! Ama Çiroz plajı farklı! Upuzun kumsalı, tertemiz suları ile bugün bile hafızalarda. Belki de adını, eskiden limana inen dar sokaklarda, balıkçıların astıkları çirozlardan almıştır?

Köy; balıkçı, hayvancı, bağ bahçe ile uğraşan bir topluluk barındırıyor o zamanlar! Balık dedik, çiroz dedik, liman dedik ya; ‘ Todori’ ustanın hayatını irdeleyerek, bu köyün geçmişinde gezinelim biraz!

Üç nesil önce Arnavutluk’tan göç eden bir ailenin ferdi. İnek, koyun, keçi, tavuk beslemek zaten genlerinde var. Süt ve süt ürünleri, peynir ve yağ satarak, arada başka işlerde 

yaparak geçinen bir aile! Sonrasında açılan basit bir lokantadan, ünlülerin sıraya girdiği restaurantın oluşumu. ‘Bulgar’ın Meyhanesinde zaman artık akmıyor, çoktan kapanmış ama; O’nun açtığı yoldan yürüyenlerle,  aynı sokakta müthiş lezzetlerin birbirini kovaladığı çok keyifli mekanlar; ziyaretçileri her akşam ağırlamaya devam ediyor! Kim bilir yaşlanmış olsalar da, belki sonraki kuşaklardan da ‘Todori’ ustayı tanımış, O’nun lezzetlerinden tatmış kişiler de vardır aralarında!

Avşa ve Lapseki üzümlerinden yapılan ev yapımı şaraplar, ‘yenge’nin el emeği turşuları, o meşhur fasulye; bugün hala aranır! ‘Bulgar’ın meyhanesi’; Yeşilköy gece yaşamında iz bırakmıştır ve kuşaklarca devam ederek aslında köyün gelişimine, popüler kimliğine değer katmıştır!  Ancelo’dan söz etmezsek olmaz; gece yaşamı deyince! 60’lı 70’li yıllarda hatta 80’lere dek İstanbul gece alemine damga vurmuş bir aile onlar! Yeşilköy’de de, kazıklar üzerinde, denizin içinde bir restaurant ki;  keyif ötesi. Müthiş lezzetlere keyifli müzikler eşlik etmiş, Ancelo’nun yerinde. Ne yazık ki ömrü çok uzun olmamış, sonra başka semtlerde süren bu çaba, zamanla yok olup gitmiş! Ama Ancelo’da Yeşilköy’de iz bırakmış, Todori usta gibi… Bir hikaye de; Röne usta’dan. Sahil yolunda, sayısız Türk filmine set olmuş bu muhteşem park, bugün de Bay Röne’nin ismi ile anılıyor. Belki de bir rastlantı sonucu, deyim yerindeyse ihale üzerine kalınca parkın içinde basit bir gazino açan Bay Röne; o kadar sevilmiş ve hizmetleri ile çevre halkına katkı sağlamış ki, gazino gitmiş, park bambaşka bir hal almış ama; isim aynı kalmış! Bugünde Röne Park burası…

Havacılık müzesi, Dünya Ticaret ve Fuar Merkezleri, Hava Harp Okulu, Askeri Havalimanı çevrelemiş burayı. Bir taraf Florya-Şenlikköy’e, bir taraf Ataköy- Bakırköy’e yaslanmış. Yeşilyurt’da bir anlamda komşusu Yeşilköy’ün. Burada ki deniz fenerine bir bakalım. Abdülmecid dönemi, yıl 1856. Sautter firmasına yaptırılan deniz feneri, kaptanlara yol göstermiş yıllarca. 23 metrelik gövde, bugün bile görkemli ve ‘görev’ devam ediyor. Eskiden, hemen altından denize girilir, keyifler yaşanırmış. Madem Yeşilyurt’tayız, az ötedeki Çınar otele bir parantez açalım. Ülkenin 5 yıldızlı ilk otellerinden. Sayısız filme set olmuş burası da! Alttaki meşhur pastaneyi, bir dönem ünlü gazeteci Uğur Dündar işletmiş.

Hemen yanı başındaki Hasır’da; nefis çaylar içilmiş, büyük aşklar yaşanmış yıllarca! Dönelim yine Ayastefanos’a, Yeşilköy’e. 1871’de açılan tren istasyonu, uzun yıllar tek ulaşım aracı. Sonradan kaldırılan vapur seferlerinin başlama tarihi ise daha eski, 1852. Ama uzun ömürlü olmamış. Ulu Önderimiz de, birkaç kez gelmiş buraya. İlki 1909’da Hareket Ordusu ile. Sonrasında trenle, tekneyle gelmiş, Florya’dan, Dolmabahçe’den, yüzmeye!

Yeşilköy tren istasyonu, sonrasında hemen önündeki fayton durakları, yerleşimin bu bölgede yoğunlaşmasına sebep olmuş. Hat boyu civarında bugün hala mimari açıdan zengin eski evlere rastlanır. Restore edilenler de,  son derece başarılı. Peki günümüze dek gelemeyenler, şekil değiştirenler ya da virane olanlar, yıkılanlar. Topluca bir bakalım. Ünlü Ermeni tarihçi Pamukçıyan’ın evi mesela. İtalyan Levanten mimar Semprini’nin evleri, Doktor Vartanyan’ın, Malta’lı ressam Preziosi’nin av köşkü ‘mezarı da buradaymış’. Bir başka mezar da; İtalyan ressam-mimar Pietro Bella’ya ait. Vee; Dadyan ailesina ait evler, araziler. 2.Mahmut döneminde saraya yakın bu ailenin, Yeşilköy’de ciddi miktarda taşınmazları varmış, uzun yıllar muhteşem bir köşkte oturmuşlar, sonra kaybolup gitmişler. İki kardeş Dadyan, Bakırköy Baruthanesinin sorumlusuymuş!

İstanbul’un fethinden birkaç ay evvel Türkleşen bu topraklarda, yine ilginç notlara bakalım. 2.Abdülhamit’in Selanik’e sürgün durumunun, İttihatçılar tarafından burada kararlaştırılması. 1912’de Balkan Savaşında, koleraya yakalanan binlerce askerin burada ölmesi ve gömülmesi. 4.Haçlı seferinde, 1203’de İstanbul işgalinin, buradan başlaması. Kapatılan Atatürk Havalimanı bağlantı yolunun ‘Londra Asfaltı’ Roma döneminin ‘Via Egnetia’ güzergahı oluşu. İlk plak fabrikasının burada açılması. Ama hepsinden önemlisi;  93 harbi ve sonrasında yaşananlarının yansımaları!  1876’da başlayan süreç; 77 ve 78’de sürüyor.2.Abdülhamit, Rus Çarı 2.Alexandr’a karşı! O yıl, Osmanlı’nın kullandığı hicri takvime göre 1293’e denk geldiğinden, 93 harbi denmiş! Osmanlı’yı zaten ezen Rus’ların ayaklanan Bulgarlara yardım amacıyla buralara dek gelmeleri, çaresiz Abdülhamit’in barış istemesi. Ve sonuçta, çok ağır şartlar içeren anlaşmanın, ‘Ayastefanos Anlaşması’nın burada imzalanması. Bulgaristan sınırlarının bu anlaşma ile çizildiği söylenir! İmza’nın atıldığı bina konusunda ‘tabi şu anda yok’ farklı görüşler var. Simonoğlu konağı ya da Neslihan Şah yalısı, vb. 1878’de ki anlaşmadan epey sonra, 1895’de Rus’lar zaferi pekiştirmek ve ölen askerlerini yad etmek amacıyla, Ayastefanos sınırları içinde, bugünkü Florya Atatürk Ormanı sırtlarına denk gelen bir yerde devasa bir anıt dikerler. Müthiş tartışmalar yaşansa da kimse bir şey yapamaz. Ta ki 1914’e kadar! Biraz karanlık olsa da, İttihat ve Terakki Cemiyetinin bir organizasyonu gibi algılatılarak, devasa anıt törenle yıktırılır! Ve Türk sinema tarihi, bugün başlar. Bu yıkılış törenini belgelemek adına filme çekmeye karar veren yönetim, ilkin yabancılarla görüşse de, ordu mensubu Fuat Uzkınay’da karar kılar. Yaklaşık 150 metrelik bu film, ‘Ayastefanos’daki Rus abidesinin yıkılışı’ Türk sinemasının başlangıcı kabul edilir. Bir Türk, ilk kez kamera başındadır! Ne yazık ki günümüzde bu film, elimizde değil, yokolmuş, kaybolmuş ya da sonraki yıllarda başka filmlerle karışmış. Farklı görüşler var! Olsun tarih yazıyor ya!

Bugün bile çok güzel Yeşilköy, tüm bozulmalara rağmen. Evet, sahildeki minik lunapark, yanı başındaki Mehtap, Camlıköşk gazinoları yok. Önde, Çubuklu’dan köye su taşıyan kaptanların iskelesi de. Yaz akşamlarının değişmezi, açıkhava Reks sineması da çoktan yıkılmış. Faytoncular zaten iptal!  Sahildeki Divan sineması kaybolup gitmiş. Yeşilköy pazarı sosyetik olmuş. Roma dondurmacısı, sayısız filmin çekildiği Fatma ablanın köşkü de, bambaşka halde. Balıkçı Bedros,  İğneci Yüksel bey, Mıgırdiç, Sütçü Metin, Toros Usta, Faytoncu İstepan, Şaban Muhtar, Angeli, Sucu Muzaffer, Doktor Kalangos, Bay Manu 

ve diğerleri de çok uzaklardan belki bizi seyrediyorlar. Hepsinin ışıklar üzerinde olsun. Yeşilköy Spor Klübü ile Yeşilköy Jimnastik Klubünün iddialı futbol maçlarını izlemekte, artık olanaksız. Belki eskisi gibi aşklar da yok? Ve daha pek çok şey. Yeşilköy’ü, Yeşilköy yapan değerler. Ama yine de gidin, görün, yaşayın bu güzeller güzeli köyü.  Hafta sonu ayinlerini izleyin kiliselerde, Aya Fotini’de mum yakın mesela. Balıkçılar çarşısında bir mekana oturun ve kadeh kaldırın Todori Ustaya, Ancelo ve diğerlerine. Bir yerlerden sizi görebilirler. Kiliselerin arasından limana inin, yürüyün deniz boyunca teknelerle arkadaş olun, güzelim çimenlere uzanın. İsterseniz tüm hafta sonu için program yapın, ya da günü birlik düşünün burayı! Yeşilköy’ün tadını çıkarın.