Prens adalarının bilinen dört tanesinin en küçüğü…
Özgün, yeşil, temiz…

Kınalıada

İstanbul’un keşmekeşinden uzaklaşmak için birebir!

Sevgili okurlar, bu gün demiri Proti’ nin serin sularına bırakıyoruz, soluk almak için… Keyfimiz ne zaman isterse ana karaya vira diyeceğiz… Proti; Kınalıadanın eski ismi. Akoni diyenler de var. Prens adaları buralar… Madem tarihinden başladık biraz anlatalım… Bu adaların geçmişinde prenslerin ölüm cezaları var, ömür boyu hapisler, gözlere mil çekmeler var… Ne yazık ki, o zamana göre anakaradan uzak, zor ulaşılır olduğundan bir çeşit cezaevi olarak kullanılmış buralar… Mahkumlardan en bilineni de Romanos Diagenos (Romen Diyojen)…1071 de Malazgirt de Alpaslan’a yenilince tahtını kaybetmiş; sonrasında bu adada bir manastıra kapatılarak, ömrünün sonuna dek burada mahkum hayatı yaşamış…

Hüzünlü başladık, neşeyle devam edelim… Günümüzde, Kınalı bence bir cennet. İstanbul’a bu kadar yakın ama İstanbul’da değil gibi (Adaların anakaraya en yakını).

Uzaktan tekne ile yaklaşırken tepesindeki uydu antenler ve garip mimarisi ile kıyıda yer alan cami, görsel keyfinizi kaçırsa da; adaya çıktıktan sonra bu düşünceler tamamen değişir. Yürüyerek ya da bisikletle adayı gezebilirsiniz. Diğer en bilinen Prens adaları;  Burgaz, Heybeli ve Büyükadanın aksine, iskeleden çıkar çıkmaz her iki yana döndüğünüzde denize girilebilir doğal plajlar; sizin! Zaten ada sakinlerinin büyük bölümü de buralarda denize girer… Kıyıda evi olanlar da evlerinin önünden… Tabi ki adanın arka tarafındaki Ayazma plajının keyfi başkadır. Her şeyden öte sonsuzluğa bakar! Ön taraftan yani iskele tarafından ise, İstanbul’un o iğrenç beton silueti görülür… Tekneyle gelince de, limanın içine demirlemektense,  adanın Burgaz’a bakan tarafına kaçılır. Evet merkeze biraz uzaktır; kıyıya çıkıp ihtiyaçları almak için ama, her şey dört dörtlük olmuyor!

Ben, adanın sahile paralel sokaklarında gezmeyi, fotoğraf çekmeyi çok severim… Begonviller, akasyalar, ıhlamurlar elbette çam ve zeytinler, dutlar, erikler karşılar sizi… Koparıp yiyin her şey serbest. Birkaç yıl önce topladığım eriklerle yaptığım turşunun tadı hala damağımda… Üstelik diğer adalarının aksine burada fayton da yok… Yollar tamamen size ait… Belki kedi ve köpekler eşlik edebilir gezinize; hepsi de sevimli… Uzun bir ada turundan sonra; evet acıktınız, susadınız… Sizi hemen kıyıya bir paralel de üç, dört sevimli restaurantın yan yana servis verdiği bir meydana alalım… Gerçekten sevimli… Deniz ürünlerinin en güzellerini,( tabi mevsimine göre), bulabilirsiniz bu meydanda. Barbun, tekir, kalkan, dülger, bazen minekop bazen mercan. Elbette ana karaya göre fiyatlar biraz farklı olabilir, ulaşım giderlerinden dolayı…

Prens adaları dedik ya; bazılarına göre 9 bazılarına göre 10 tanedir. ( Bir kayalığı da sayanlar var) Turizme açık olanları Büyükada,  Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada’dır. Sedef adasında böyle bir olgu olmamakla beraber ulaşım ve deniz imkanı vardır.  Kınalı’ da ne yazık ki kalmaya yönelik tesisler bir ya da iki tane. Gecelemek sıkıntılı. Oysa özellikle Büyükada ve Heybeliada da konaklama tesisleri iyi durumda.

 Mimari tarzdan biraz söz etmek gerekirse, Kınalının özgün bir mimarisi ne yazık ki yok günümüzde… Apartman diyebileceğimiz yapılara kadar uzamış iş! Ama yine de ara sokaklara dalarsanız; sayıları az da olsa,  özgün mimariye sahip köşkleri resimleyebilirsiniz.

Eskiden beri genelde Ermeni vatandaşlarımızın rağbet ettiği Kınalı’da; diğer adaların özellikle hafta sonu yaşanan kalabalığı, keşmekeşi yoktur. Daha sade, daha kaliteli bir toplulukla berabersiniz!

Peki Proti nasıl Kınalı oldu?  Eskiden, herhalde bu kadar da yeşil değilken ada, yani toprağın rengi ayırt edilebilirken; buradaki demir ve bakır madenlerinin toprağı kızıllaştırdığı ve Kınalı adının buradan geldiği bir söylem var. Yine eskiden devam edersek, düzenli vapur seferleri adada yaşayanların var olması ile;  1846 da başlıyor. Ada, 1946 da da elektriğe kavuşuyor. En büyük sorun olan su problemi de 1981 de çözüme kavuşuyor. İstanbul surlarının bir bölümünün, Haydarpaşa ve Tophane limanlarının   Kınalıada’dan çıkarılıp götürülen taşlarla inşa edildiği konusu da, notlar arasında.

Önemli mekanlarına bakacak olursak kısaca; Surp Krikor Lusavoriç kilisesinden, Dönüşüm Manastırından ve Panayia kilisesinden söz edebiliriz… Adanın adeta simgesi olan Sirakyan evleri de özeldir.

Adayı anlatırken, yüzme ve sutopunda sayısız başarısı olan Kınalıada Su Sporları klubünden söz etmezsek haksızlık olur… 1968 yılında Başar Acarlı, Şükrü Deniz ve Manuel Tagaryan, kendileri gibi spora gönül vermiş 26 kişiye öncülük ederek Kınalıada Su Sporları Klubünü kuruyorlar… Küçücük bütçelerle kısa zamanda çok sayıda başarıya imza atıyorlar… 

Yıllar geçiyor, madalyalar, kupalar müzelerini süslemeye devam ediyor. Ada’da çok şık bir tesise sahipler ve çalışmalar ilk günkü heyecanla devam ediyor…

Artık anakaraya dönme zamanı… Ben Kınalı’ya ne zaman gelsem mutlu dönerim… Limana yanaştıktan sonra Bostancı’ya ya da Fener Kalamış’a, halatları bağladıktan sonra bir soğuk bira… Evin yolunu tutarız tatlı bir yorgunlukla… Ve hazırlanırız bir sonraki tura!