Çok yönlü, çok zengin bir dünya!

FENER-BALAT

Günümüzde de İstanbul’un muhteşem tarihinin izlerine sahip!

Haliç kıyısında, eski İstanbul’un en güzel zamanlarına tanık olunur yüzyıllar sonra, burada!

‘Fener’ ve ‘Balat’… Dip dibe iki semt! İkisi de birbirinden orijin!

Semtlerin zenginliği temelde orada yaşayanların zenginliği ile ortaya çıkar! İşte bu derinlik, buralarda fazlasıyla var…

Musevi, Ermeni, Türk, Rum iç içe yaşamışlar yıllarca; Fener’de, Balat’da…

Günümüzde; gayrimüslim vatandaşlarımız yok denecek kadar az; ama izleri hala var!

Bölgenin öneminin 1600’lerden sonra hızla yükselmeye başlamasının temel nedeni, ‘Patrikhane’!

Sayıları 400 milyona yaklaşan Ortodoksların en önemli dini merkezi ‘Patrikhane’; Fener’de!

Burayı ziyaret edeceklerin, mutlak görmesi gereken yerlerden!

Bu önemli Hristiyanlık yönetim merkezi, ilkin Fatih’deki ‘12 Havari’, Havariun kilisesini kullanmış! Bugünkü ‘Fatih Camii’nin yeri! Yakındaki ‘Pammakaristos Manastırı’na yerleşilmiş sonrasında! ‘Vlah Sarayının Kilisesi’ ve devamında da ‘Ayios Dimitrios Kilisesi’nde sürmüş ‘Patrikhane’ çalışmaları. En sonunda, 1602’de şimdiki yerde var olan ‘Aziz George Kilisesi’ merkez olmuş! Orijinal yapı yanınca, 1720’lerde yenilenen bu hali ile günümüze gelmiş! Üçlü bir giriş sonrasındaki avluda!  

‘Orta kapı’ ve buranın devamı! Önemli; ahşap oymaları, altın varaklı ikona duvarı ile öne çıkan ‘Aya Yorgi’ kilisesi… Patrikhane’de fotoğraflık!

Semtlerin, özellikle sahile yakın bölümlerinde deniz gören balık lokantaları ilgi çekici. Fakat bölgede tadılacak lezzetler salt deniz ürünleri değil, her türlü mutfak ile karşılaşırsınız burada. Güneydoğu mutfağından Akdeniz seçkilerine, atıştırmalıklardan vegan mutfağına…

Gençlerin çalıştığı ve de çalıştırdığı ilginç mekanlara tanık olacaksınız, bence deneyin. Cafeler ayrı güzel. Ama bölgedeki en ünlü yapı bu anlamda kuşkusuz

‘Agora Meyhanesi’. ‘Hristo usta’ ile özdeş olmuş. 100 yılı aşkındır semtin özeli.

 

Yerleşiklerin tabi katkısı var ama, Fener’i, Balat’ı aslında ziyaretçileri taçlandırıyor. Bir farkındalık bu.  Günlük ziyaretçi sayısı inanılmaz, hafta sonu ise sayılamaz. 

Bölgeyi merak edenlerle fotoğraf tutkunları, hemen her daim buluşur. Pek çok kez rastlarsınız deklanşördeki parmaklara. En çok da Merdivenli sokakta! Rengarenk boyanmış evler, kartpostal niteliğinde izler bırakır.

Bence asıl fotoğraf tutkunlarının özeli, ‘Fener Rum Lisesi’.

Yükseltili bir arazide inşa edildiğinden her tarafından çekilemez ama bir açısı var; o da ben de kalsın?

‘Fener Rum Lisesi’, Ortodoks Patrikhaneye din adamı yetiştirmek için inşa edilmiş. 1821’e tarihli yapının mimarı ‘Konstantinos Pericles Dimadis’. 1880’lerde yenileme çalışmaları, Fransa’dan getirilen malzemelerle olmuş. Günümüzde din dışı normal öğretimde veriliyor.

 

Çok sayıda ünlü yetişmiş buradan, ama bir tanesi gerçekten özel. ‘Dimitri Cantemir’ ya da ‘Kandemir’!  Osmanlı’da bir gayrimüslimin ‘Olası islamı seçmeden ve adını değiştirmeden’ ulaşabileceği son makama ulaşmış. ‘Boğdan Eyalet Valisi’ olmuş. 

Fener semtinde yetişmiş ve burada uzun yıllar geçirmiş. ‘Dimitri Cantemir’in yaşadığı konak ve civarı,  aslında bahçesi bugün bir müze niteliğinde ziyaretçilerini ağırlıyor.

Bölgeyi özel kılan unsurlardan biri de, ‘Moğolların Meryemi’ kilisesi.

İstanbul’un alınışından bu yana  varlığını sürdüren tek kilise! Mimarisi özeldir. Heybeliada’daki yandaşı ile benzeşir! Fatih sultan Mehmet buranın camiye çevrilmeyeceğini bir ferman ile yayınlamış. Fermanın bir kopyası, cami içinde kısmen de olsa görülebilir. Hikayesi ise gerçekten özel.

‘Bizans İmparatoru 8. Paleologos’ un kızı ‘Maria Paleologinea’, Moğol İmparatoru ‘Hülagü’ ile evlendirilmek üzere o topraklara gönderilir. Prenses oraya ulaşamadan, ‘Hülagü’ ölür. Yerine geçen oğlu ‘Abagu’da bir biçimde vefat eder. ‘Maria’, Moğol topraklarına ulaştığında öğrenir bu gerçeği. Devamında, yönetimde söz sahibi olan başka biri ile evlendirilmek istenir! Hemen orayı terk ederek ülkesine döner. Yaşama küsen ‘Maria’, kalan ömrünü bu kilise ve civarında sürdürür. Kilisenin adı böylelikle ‘Moğolların Meryemi’ olarak kalır. Yapılış tarihi, 1261 olarak gösterilmiş.

Biraz denize doğru inelim.

Burada da tam fotoğraflık bir mekan var. ‘Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’.

Eşsiz bir mimariye sahip! Ruslardan destek alan Bulgar azınlık, Osmanlı’ya başkaldırmış! Kendi kiliselerini istemişler. Alanda önceden bir yapı varmış ve bir yangınla ortadan kalkmış.

Ermeni mimar ‘Hovsep Aznavur’un imzası var, günümüze gelen binada. Yapılışa ilişkin önemli bir not ise; çok özel! 1870’lerde Viyana’da, demir iskelet yöntemi kullanılarak inşa edilmiş. Tuna nehri üzerinden bölümler halinde İstanbul’a getirilip, parça parça birleştirilmiş. Dünyada bu biçimde inşa edilen iki kiliseden biri olduğu söyleniyor!

‘Çıfıt’ ne demek? Türkçeye sonradan dahil olmuş bir sözcük. Yok yok yani, ne ararsan var! ‘Çıfıt Çarşısı’ adı da buradan geliyor. Her şey var? Manifaturadan, nalbura; günlük ihtiyaçtan sonsuz ihtiyaca, ne lazımsa! Balat’ın bu çarşısına bir bakın, bir şeyler de alın; lazım olur bir gün, belli olmaz?

Gezide atlanmayacak yerlerden biri de; Cibali! Tabi karakolu ile ünlü… Piyeslere konu olan karakol, ya da ondan kalan diyelim, aynı ismi taşıyan eski şehir kapılarından birinin yanında! ‘Cibalikapı’, sur kapıları içinde önemli olanlardan. Hemen ilerisinde de ‘Ayakapı’ var; 1582 tarihli, Mimar Sinan yapısı!

Cibali’de Türkler, Fener’de Rumlar, Balat’ta da Museviler yaşarmış.

1492’de İspanya Musevileri kapı dışarı etmiş. Osmanlı almış onları. Yaşamlarını buralarda sürdürmüşler sonraları.

Balat adının ‘Palation’dan geldiği söylenir. ‘Palace’ yani saray anlamında. Bizans döneminde imparatorluk aileleri, özellikle günümüzde Fatih semtinde olduğu düşünülen ‘Blacherneia’ Sarayında yaşadıkları dönemde, deniz yolu ile gelip ‘Balat’ kapısından kente girerlermiş. Saray erkanı kullandığı içinde Saray kapısı denmiş. İstanbul’da o zamanki coğrafi koşullar semt ve yol yapıları tabi çok farklı!

Fener- Balat gezisinde ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri de; ‘Ayios Yeorgios Metokhion’ Kilisesi. İlk yapının 12. Y.Y.’a tarihlendiği kilise, yangınlarla mücadele etmiş. Dönem dönem yenileme çalışmaları yapılmış olsa da, günümüze ulaşabilen inşa,  çok sonra 1700’lere tarihli!

Ünlü fizikçi ‘Arşimet’in çalışma parşömenlerinden üç tanesinin kopyasının burada olduğu rivayet! 13.Y.Y.’da bir dua kitabı yazımında yeniden kullanıldığı söyleniyor?

Yine tarih meraklılarını cezbedecek bir yapı da ‘Ferruh Kethüda’ Cami. Şu anki avlu, ünlü ‘Balat Mahkemesi’nin yeri! Yahudilerin yargılanması burada yapılmış. Caminin tam arkasında bir güneş saatinin var olduğu bilgisi söz konusu. Pek çok antik kentimizde değişik örnekleri ile görülür. Cami ile ilgili bir diğer bilgi de, meşhur ‘Tekfur Sarayı’ndan getirilen çiniler ile süslendiği?

Camilerden devam edelim, ama burası aslında bir kilise! ‘Azize Thedosia’ya adanmış. Bizans döneminde insanlara şifa dağıttığına inanılan bir kişi! ‘Gül Cami! Yapının içi fotoğraflık; ilginizi çekebilir.

Sıra geldi ‘Ahrida’ya… Bu sinagog, İstanbul’da önemli üç taneden biri.

Makedon kökenli Museviler tarafından inşa edilmiş. İsmi ise; ‘Ohrid’ kentinden geliyor! Görkemli iç tasarımı dikkate değer!

Gayrimüslimlerin buralardaki öneminden söz etmiştik. Ne yazık ki 1900’lü yılların başlarından itibaren bir terk ediş görüyoruz. Meşhur 6-7 Eylül olayları da bu terk edişi hızlandırmış. Musevi, Ermeni ve Rumlar; hatta az da olsa Süryaniler boşaltmaya başlamış bu güzel yerleşimi. Yerlerine ise özellikle Karadeniz’den ve diğer bazı yörelerden gelenler yerleşmiş. E; tabi doku bozulmuş!

‘Maraşlı İlkokulu’ bir örnek!

Gerçekten şık mimarisi ile göz dolduruyor! Varlıklı bir Rum işadamının girişimleri ile inşa edilmiş. Günümüzde bomboş ama; çünkü öğrenci yok!

Bu geziye ilişkin son not, son yere ilişkin olsun! Çok önemli… ‘Surp Hraştagabed Ermeni Kilisesi’… Peki özelliği ne olabilir? Bu yapı önceden Rum Ortodoks Kilisesi… Sonradan Ermenilere tahsis edilmiş. Defalarca yanmış, tahrip olmuş. 1800’lerde yeniden yapılmış, eski temelleri üstünde!

Fener-Balat… Eşsiz semtler! Hemen yakınlarındaki ‘Hasköy’ ve ‘Cibali’ ile daha da bir renklenirler! Birçok İstanbul’lu bile bilmiyor! Mutlaka gidilmeli. Anlatmaya çalıştıklarımızdan çok daha fazlası var! Yaşayın derim!