Osman Hamdi’nin rüyası;

İstanbul Arkeoloji Müzesi.

Tarihe tanıklık etmek isteyenlere…

Osmanlı da; yıkılmaya doğru yıllar! 1900’ler. Osman Hamdi bey, bu yıkımı kabullenmeyenlerden biri! Ressam, tarihçi, arkeolog. Başka özellikleri de var.

Devlet, ayakta durmaya çalışırken, Osmanlı’da; elbette sanat, arkeoloji ikinci planda. Müzecilik; değerliye sahip çıkmak, onu gelecek nesillere taşımak! Eserleri; sergilemek için hazırlamak,  özünde korumak! Ve; sonrakilere, hatta çok sonralara iletmek!

Tarihe sahip çıkmak başka nasıl olabilir ki? İşte; üstadımız Osman Hamdi bey de aynı görüşte ki; sanata, tarihe sahip çıkmak adına; bir ömür! Şüphesiz; teşekkürle karşılık bulur.

Anlatacağımız mekan; müze ötesi, bunu da Osman Hamdi bey’e borçlu. Aslında hepimiz borçluyuz. İstanbul’un yaşanılması gerekeni; o kadar özel.

Ama kısaca Ahmet Fethi Paşa’ya bakalım; biraz önceden. Osmanlı’da müzecilik kavramı yok o yıllarda. Genelde yabancıların başı çektiği kazılarda elde edilen eserler veya geçmişte fetihlerden kalanlar, bir biçimde koruma altında, saklama esas yani.

İşte o dönemde Ahmet Fethi Paşa’nın gayretleri ile özellikle eski silah kolleksiyonları, yazılı basılı eserler bu amaçla ‘Aya İrini’de yer buluyor. Bir tür depolama aslında. Zaman içinde, diğer yerlerden gelen benzer eserler, sayıyı arttırınca; ‘Aya İrini’ yetmemeye başlıyor. Yeni bir bina gündeme gelince de, akıllara Fatih döneminde yapılan, av köşkü olarak kullanılan, arada atıl kalan ‘Aya İrini’ye yakın ‘Çinili Köşk’geliyor.

Mekan; ‘Sırça Saray’ yada ‘Kasr-ı Kaşi’olarak da isimlenmiş! Eserlerin oraya taşınması bir ölçüde rahatlık sağlamış; yıl 1880. ‘Anton Dethier’ adı öne çıkıyor burada; Müdür olarak görev yapıyor; mekanda. Bir yıl sonra 1881’de Dethier’in ölümü üzerine, Osman Hamdi bey, müdür olarak atanıyor buraya. İşte gerçek müzeciliğin adımları da gözükmeye başlıyor böylece.

Müze-i Hümayun! ‘İmparatorluk Müzesi’ deniyor; buraya. Asıl hikaye de tarihte yerini alıyor.

Bir kaç dönümlük bu arazi içinde; ki sonradan anlatacaklarımızla üç ayrı mekan, ‘ayrıca bir de yönetim binası var’müze olarak tarihe ışık tutan, sayısız önemli eser barındırıyor. Sergilenme şansı bulamayanlar da, oluşturulan bir kafenin bahçesinde, meydanın ortasında geleceklerini bekliyor. Başka ülkelerde böyle bir manzara görülmez.

Burası Sultanahmet. Hemen yanı Cağaloğlu. Alt taraf, Sirkeci, Eminönü. Çok yakından tramvay geçiyor. Özel araç ile gelmek anlamsız. Park büyük sorun. Zaten yürümeli bence buraları, tarihi koklamalı. Artık olmayan ‘Gülhane Parkı’girişini sola alıp, Topkapı Sarayı’na doğru çıkarken göreceksiniz. Üstadın ismi yaşatılıyor. ‘Osman Hamdi Bey Sokak’; burası. Kültür Bakanlığı’na bağlı bu kompleks; ‘İstanbul Arkeoloji Müzesi’. Aslında müzeleri demek, daha doğru.

 

‘Çinili Köşk’den başladık hikayeye. Açalım biraz. 1472’ye tarihleniyor. Tabi zaman içinde yenileme çalışmaları. 1875’de müze olması planlanıyor, 1880’de de açılıyor. 1939’da ‘Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağlanınca, zamanla eserlerin başka müzelere taşınması ile atıl kalıyor. 1953, fethin 500. Yılında, Fatih’in silahları, giysileri, kitaplar vs. eserler ile ‘Fatih Müzesi’olarak yeniden hizmete açılıyor. 1981’de de, İstanbul Arkeoloji Müze Müdürlüğüne bağlanıyor. 12.Y.Y. ile 20. Y.Y. arası Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı çini ve seramik sanatının en özgün eserleri sergilenmekte! Yaklaşık iki bin eser arasında, Kütahya, İznik, Çanakkale menşeli olanlar dikkat çeker. Görkemli dış yüzeyde on dört sütunlu mermer revak, yapıya farklı bir boyut katıyor. Giriş kapısı ve ‘tavuslu çeşme’ tasviri, önemli. 2005 yılında yapılan yeni bir düzenleme ile misafirlerini ağırlıyor!

Geçmişe, 1882 yılına gidiyoruz. ‘Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’.Yani, Güzel Sanatlar Fakültesi kurulacak. İlk akla gelen, Osman Hamdi bey. Müdürlüğüne atandığı okulu; yaklaşık bir yıl sonra, bina inşasını ve akademik kadroyu da oluşturarak 3 Mart 1883’de açmayı başarır. Bina; ‘Çinili Köşk’ün hemen yanında. İhtiyaçlar doğrultusunda, okul bir süre sonra (1917) Cağaloğlu’nda başka bir binaya taşınınca ‘günümüzde; ‘Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ buranın da müzeye dönüştürülmesi fikri benimsenir.

‘Eski Şark Eserleri Müzesi’ adını alan yapıda, Mezopotamya, Arabistan, Mısır ve Anadolu uygarlıkları eserleri, ziyaretçilerini bekler. Yıllar içinde farklı düzenlemelere sahne olan müzede, 1917-19 ve 1932-35 yıllarında dokunuşlar var! 2.Dünya Savaşı yıllarında güvenlik amaçlı boşaltılan mekan; 1963’de başlayan yenileme ile 1974’de yeniden açılmış. 2000 yılında yepyeni bir anlayışla, üslup farklılığı söz konusu. Sergileme biçimi değişmiş ve övgü toplamış. Burada dikkat çeken eserler arasında, yetmiş beş bin civarı çivi yazılı tablet ile Akad Kralı Naram Sin’in ( İ.Ö. 2254-2218) ‘stela’sı ön planda. Yanı sıra; İ.Ö. 6.Y.Y.’a tarihli ‘İştar Kapısı’, İ.Ö. 13.Y.Y.’a tarihli ‘Kadeş Antlaşması’ve ‘Hammurabi Kanunları’ gibi tarihsel öneme sahip eserler sergilenmekte! Dönemin müze müdürü Halil Edhem Bey’i saygıyla analım.

Bu arada bir not; ülkemizden yurt dışına kaçırılan eserlerin adedi, sergilenenlerden çok fazla. Yönetim zafiyeti. İşte burada Osman Hamdi bey bir kez daha ortaya çıkıyor. Eserlerin yurt dışına çıkışını yasaklayan ilk tüzük, O’nun tarafından kaleme alınmış!

Üstad, yöneticiliğin yanında, sahada da çalışmayı seven bir kişilik. İlk Türk arkeoloğu, ilk Türk müze yöneticisi.

Günümüzde, Lübnan topraklarında, başkent Beyrut’un güneyinde yer alan bir antik kent. ‘Sayda’ ya da ‘Sidon’.Bir ‘Fenike’ kenti! Osman Hamdi bey, burada ‘kral nekropolü’ kazısında müthiş eserler buluyor ve bin bir emekle İstanbul’a getiriyor. Zamanın teknolojisi ve ulaşım olanakları göz önüne alınınca, takdir etmemek olası değil. Tabi kendisi gibi, yanındaki bir avuç yardımcısını da kutlamak lazım. Müzeyi ziyaret ederken, pek çok eserin yanında zaten göreceksiniz ama biraz söz edelim. ‘Ağlayan kadınlar lahdi’ Buradaki kadınları başka biçimde yorumlayanlar var! ‘Likya lahdi’,‘Kral Tabnit lahdi’, ‘Satrap lahdi’.Ve ‘İskender lahdi’. Bunu özellikle sona bıraktım. Lahit ile ilgili yine bir yanlış yorumdan söz edenler var! Ne olursa olsun, eserler göz kamaştırıyor!

Bunlar ve diğer eserler, o tarihte başka bir binaya ihtiyaç yaratıyor. Osman Hamdi bey, Güzel Sanatlar Fakültesinde de beraber çalıştığı ünlü mimar Aleksandre Vallaury ile yine işbirliğine giriyor. ‘Çinili Köşk’ün karşısındaki araziye, döneme göre çok şık bir müze binası tasarlanarak inşa ediliyor. Yıl; 1887-88. Dikkat; müze olarak tasarlanan ülkede ki ilk, dünyada on binadan biri o zaman!

13 Haziran 1891’de ziyarete açılıyor. ‘Asar-ı Antika Müzesi’Eski Eserler, yani. Aynı gün ülkemizde ‘Müzeciler Günü’ olarak kutlanmaya başlıyor. Tepede, 2. Abdülhamit’in tuğrası var.

1902-03 yıllarında sol yana, 1907-08 yıllarında sağ yana eklemeler yapılmış. 1969’da bugünkü görünüme çok yaklaşılmış biçim olarak. Dönem içinde, 1983’de yeniden ekleme ve düzenlemeler, sonuncusu 1991’de. 1993’de yılın müzesi seçilip, Avrupa Konseyi Müze Ödülü almış.

Zaman içinde bu anlattığımız üç ayrı müzenin ortak adı; İstanbul Arkeoloji Müzesi. Yılda beş yüz bin ziyaretçi, hayran kalarak ayrılıyor buradan.

Kompleksin ana unsuru olan bu son yapıdakilere bir bakalım. Önceki yazdıklarımıza ek olarak neler sergileniyor? Efes, Milet buluntuları, Roma dönemi eserler, Helenistik döneme ait eserler, Anadolu’da çıkan çeşitli buluntular, Pers Egemenliği eserleri, Afrodisias kazılarından çıkanların bir bölümü, çeşitli dönemlere ait antik mezar ve taş rölyefler, Boğazköy kazısı buluntuları, Sümer eserleri… Afrika’dan, Balkan’lara; Yakın Doğu’dan, Orta Asya’ya, çok çeşitli parçalar! Kısaca, görmeniz lazım!

Bir Osman Hamdi bey portresi bu.1842-1910 tarihlerinde yaşayan, Sadrazam İbrahim Ethem Paşa’nın oğlu, İstanbul Milletvekili, Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı. Bence çok daha önemlisi, bilim insanı ve sanatçı. Bu kompleksin 29 yıl müdürlüğünü yapmış, çok şey katmış. Tabi bunda en önemli etken, Batılı anlayış. On altı yaşında karakalem ile başlayan sanat yılları, Viyana ve Paris’de kaldığı uzun yıllar boyunca eğitim yaşamı ile iç içe olmuş. İlk Türk ressamlarından ve figürlü kompozisyonu kullanan ilk sanatçı. Dünyaca ünlü Kamlumbağa terbiyecisi ve Silah taciri tablolarının değeri, milyonlarla ölçülüyor. Londra, Boston ve Liverpool Müzelerinde sergilenen eserleri var.

Son olarak; yaşamının iş dışındaki zamanlarını Gebze ve Eskihisar’da geçiren büyük ustanın, ölümünden çok sonra, 1987’de Eskihisar’daki köşkü, müze olarak ziyarete açılmış.

 İstanbul Arkeoloji Müzesi, tek seferde kesmeyecek sizi inanın. Defalarca gitmek isteyeceğiniz bir yer.