Osmanlı’nın; doğu-batı sentezi!

 BEYLERBEYİ SARAYI…

 İhtişamın ve zerafetin yanında, ironik bir ‘hapis’ hikayesi?

Osmanlı’nın Anadolu yakasındaki tek sarayı; Beylerbeyi!

Şüphesiz İstanbul’un bu tarafında sayısız köşk, kasr, yalı yapılmış Osmanlı’da! Ama saray yok!

Sadece bundan değil önemi! Anlatacak hikayesi çok!

Aslında burası; ana saray ve çevresindeki köşklerden oluşan bir kompleks olarak tasarlanmış. Bu kompleksin büyük bölümü günümüze ulaşmayı başarmış. Bir, iki mekan zamana direnememiş sadece! Beylerbeyi ve civarının geçmişteki adı; ‘Istavroz Bahçeleri’. Bizans döneminde ‘2. Constantin’ buraya çok büyük bir haç diktirmiş. ‘Istavroz’ adı buradan. ‘Osmanlı’ ise, ‘Has Bahçe’ demiş buralara!

İmparatorluğun yazlık sarayı, aynı zamanda yabancı konuklarında ağırlandığı bir yer.

Bölgedeki ilk yapı ‘2. Selim’in kızı ‘Gevher Sultan’a ait. Osmanlı’da iz bırakan padişahlardan olan ‘4. Murat’ın bu mekanda doğduğu söylenir. Ancak ünlü padişahın doğumuna ilişkin farklı söylemlerde var?

Sonraki dönemlerde bölge civarında, ‘1. Ahmet’in, ‘3. Ahmet’in, ‘1. Mahmut’un kasrlar, köşkler, yalılar yaptırdıkları bilgileri var. Yıllar sonra ‘3. Mustafa’ döneminde, ayakta kalmış yapıların yıktırılıp arazilerin halka satışı söz konusu! Daha sonraları ‘2. Mahmut’ zamanında,  bu arazilerin tekrar geri alındığını görüyoruz.

Padişah 2. Mahmut;  1829’da ahşap bir saray yaptırıyor ve saray çevresinde de köşkler, bahçeler… Bu kompleksi açalım; zira büyük ölçüde günümüzde de devam ediyor!

Ana sarayın devasa bahçesinde iki ayrı küçük Deniz Köşkü yer alır.

Sarayın arka tarafındaki setlerde de; ‘Mermer Köşk’, ‘Ahır Köşk’ ve ‘Sarı Köşk’ yükselir. Kademeli bir arazi yapısı olduğundan,  arka sıradaki sistem beş set olarak planlanmış. Tabi ki alan büyüklükleri değişken.

Denize sıfır konumdaki iki ayrı Deniz Köşkü manzaraları ile sıra dışı. Bu köşklerin devamında da,  gerçekten özel tasarlanmış iki adet kapı var. Denizden tekne İle saraya gelen konukların karşılanması için. Aynı mimariye sahip iki kapıdan, çıkışa yakın olanı daha görkemli. Hem kapı, hem de üstteki ‘Osmanlı tuğrası’ şık.

Köşklerin dış tavan süslemeleri de, gerçekten görülmeye değer. Taşıyıcı dış sütunlarda, geleneksel ‘Helen’ mimarisinin izleri görülür. ‘Korint’ düzenli gibi tasarlanan sütunlar, çağlar öncesinden haber verir gibi!

Arkadaki setlerde, devasa ağaçlar, bitkiler ve çiçekler ile keyifli yeşil bir dünya yaratılmak istenmiş. Yukarıda sona doğru ‘Mermer Köşk’ yer alıyor. Burası aslında bir av köşkü. Tek katlı; bir salon ve iki odadan oluşmakta. Ama salonda havuz var!  Kaplama mermerler ve işçilik enteresan.

‘Ahır Köşk’ ise; adı üstünde atların muhafazası için. ‘Has Ahır’da denmiş. Burada da bir havuz ve yirmi bölümlü bir barınak mevcut.  Duvarlarda ki hayvan figürleri ilginç.

Son set; ‘Sarı Köşk’e ait. Üç katlı yapıda, tüm katlarda bir salon ve iki oda var.

Tüm bu alanın içinde, havuzlara, çeşmelere rastlıyoruz. Zamanında bazı özel hayvanlarda beslenmiş! Ana sarayın hemen yanındaki tarihi tünel de enteresan! O’da ilk saray kompleksinin bir parçası.

1829-32’ye tarihlenen tünelden, sarayın içine geçişler olduğu söyleniyor? Bir süre karayolu olarak da kullanılmış.

Şimdi gelelim ana yapıya; yazlık saray ya da ‘Beylerbeyi Sarayı’.

2. Mahmut’un yaptırdığı ahşap saray, bir yangın geçirir. Neredeyse kullanılamaz hale gelir. Bu yangın sırasında, Padişah Abdülmecit’de saraydadır! Ama kurtarılır. Bu olay ile beraber, sarayın uğursuz olduğu söylemleri dolaşmaya başlar. Ve kaderine terk edilir.

Abdülmecit’den sonra tahta geçen Abdülaziz; dönemine göre kısmen daha batılı bir hükümdar! Avrupa’da geziye çıkan ilk padişah mesela! Sonrasında bu ziyaretlerin iadesi için gelenler, kalanlar da var!

Abdülaziz; babası 2. Mahmut yaptırdığı yanmış ve kaderine terk edilmiş ahşap sarayı yıktırır!

Yıl 1861! Dönemin ünlü mimarları; aslında mimar bir aile demek gerekir ‘Sarkis’ ve ‘Agop Balyan’dan  burada yepyeni bir saray yapmalarını ister.

İnşa yaklaşık 4 yıl sürer; ama beklemeye değer!

Ermeni asıllı mimarlar; 1865’de açılışı yapılan sarayda, barok ve rönesans stillerini ortaya koyarken mimaride; doğu esintilerinden de yararlanırlar! Dolayısı ile ‘Beylerbeyi Sarayı’ sentez bir yapı olarak yükselir. Ve görkemlidir!

Tabi salt mimari olarak değerlendirmek doğru olmaz bu güzelliği! İç düzenlenme, dekorasyon biçimi büyük önem taşır. Şüphesiz kumaşların, döşemeliklerin, perdelerin, kullanılan aksesuarların büyük etkisi vardır bu sihirde!

Yeni yapılan bu sarayda; 24 oda, 6 salon, 1 hamam, ve 1 banyo görüyoruz.

Dikdörtgen planlı yapının üç adet girişi var. Doğal olarak haremlik ve selamlık ayrımı ile tanımlanan iç yapıda, kuzey taraftaki harem, döşeme ve dizayn anlamında sade. Basit çizgilere sahip.

Güney taraftaki ‘Mabeyn-i Hümayun’ da ise, daha üst bir çizgiden söz etmek gerekir. Düzenleme adına.

Bodrumun dahil edilmesi ile üç katlı bir yapı olarak karşımıza çıkan ‘Beylerbeyi Sarayı’nda mermer ve ahşap son derece orantılı ama gerçekten şatafatlı denebilecek nitelikte kullanılmış. Şüphesiz bu şatafatta, altın işlemeler tavan ve duvar süslemelerinde kullanılan hat sanatı ve tabi ‘Abdülaziz’in özel tutkusu olan denizi ve denizciliği yansıtan özel çizimler önemli roller oynuyor.

Bu çalışmaların bir bölümü için, yurtdışından getirilen konularında gerçekten usta sanatçılardan yardım alınmış.

Köşklerdeki havuzlar özel;  bu yaklaşım; ana sarayda da devam etmekte.

 

‘Beylerbeyi Sarayı’nın zemin katında, üzeri camekanla kapatılmış bir havuz var. Üstelik denizden su çekme tesisatı ile! Dahası; ikinci katında havuzu olan tek saray burası!  Olası serinlik katsın diye ve görsel zenginlik anlamında düşünülmüş.

Bence, olağanüstü fikir. Ortadaki fıskiye, çevredeki devasa objeler ve hemen arkadaki bir üste çıkan görkemli merdivenin oluşturduğu arka plan ile karelere yansıyan fotoğraf olağanüstü! Birde bu fıskiyenin çalıştığını, su sesini! oluşan görseli yaşayın hayalinizde! Buna, sihirden başka ne denir?

Sihir burada da bitmiyor bu salon için! Yine bir ilk var!  Osmanlı’da heykeli olan tek padişah; Abdülaziz’dir. Kendi isteği ile yaptırdığı, O’nu at üzerinde betimleyen bronz heykel de, bu salonun devamında!

İngiliz sanatçı ‘Charles Fuller’ın tasarımı, küçük bir eser ama başarılı! Floransa da yapılan çalışmanın bronz dökümü, München’de, Almanya’da yapılmış.

Sarayın kimi salonlarında, zeminde de çok ciddi bir sanat yatıyor!

Kimilerinde; 1 m2’de 1 milyon düğümün atıldığı ‘Hereke halıları’! İhtişama davet çıkarıyor. Kuşkusuz başka halılarda var! Ama özel olgu; çok başka zemine dair!

 

Malum, saray denize sıfır ve onun etkisi ile nem oldukça yüksek! ‘Mısır’dan getirilen zemin örtülerini göreceksiniz sarayın değişik bölümlerinde. 

Bu örtü biçimi, sarayın içinde deniz etkisinden kaynaklanan nem’i içine çekerek, oluşan hava sirkülasyonu yardımıyla, yapı içindeki oluşabilecek küf olasılığını neredeyse sıfıra indiriyor! 

Binanın her yanında;  tavanlarda, duvarlarda, yaşatılan süsleme sanatının en güzel örneklerinin günümüze hiçbir biçimde yıpranmadan gelmesinin temel sebebi bu!

Beylerbeyi Sarayı’nın salonlarının görkemi hep konuşulur!

‘Mavi Salon’ ve devamında ‘Havuzlu Salon’ herhalde en özellerden!

‘Valide’ sultanların kullanımı için tasarlanan ve yabancı konukların ağırlandığı salonlar da bir başka! 

Ve elbette kalabalık yemeklerin alınabileceği ‘Yemek Salonu’.

Peki; sarayın en basit odası neresi derseniz, cevabı basit!

2. Abdülhamit’in, yaklaşık 6 yılını geçirdiği oda! Bir yatak, çalışma masası, bir kaç sehpa ve bir seperatör. Belki birkaç da akseseuar!

Bu oda, padişahın ölümünde dek O’na yuva olmuş.

2. Abdülhamit tahttan indirildikten sonra bir süre Selanik’te yaşar. Balkan savaşları sonrası güvenlik amacı ile İstanbul’a getirilir. Ve son yıllarını, ‘Beylerbeyi Sarayı’nda geçirir. Burada da ölür!

Sarayda kullanılan süsleme ve objeler de özel. Devasa vazolar ve avizeler ile saatler; buna örnek!  Bazılarının hediye edildiği söylenir! Kristaller mesela; ilginçtir!

Bin bir desenli orijinal fırınlanmış toprak ürünler çok görkemli. Özellikle tavan ve duvar süslemeleri ile bir araya gelince, oluşan görünüm sıra dışı! 

 

Osmanlı’nın yazlık sarayında ağırlanan çok önemli konuklar var!

3. Napolyon’un eşi ‘Eugenie’, burada ağırlanan ilk yabancı özel konuk! Yıl 1869… Peki son? 1934’de Ulu Önderimizin konuğu olan İran Şahı Rıza Pehlevi.

1860’lar ve 70’lerde Prensler, İmparatorlar, Kraliçeler ve Şahlar ağırlanmış! Gereğinden fazla kalıp gitmesi için dua edilenler de olmuş. Buraya bağlanmışlar demek ki, yabancı olsalar da!

Gelelim Ana Sarayın bahçesine… Şık bir peyzaj; dönemine göre. Burada en önemli unsur, yüzyıllık Manolya ağaçlarıdır. Nefis fotoğraf verirler ve saraya çok yakışırlar! Sadece manolya değil elbette; Ihlamurlar, kayınlar, meşeler, kestane ve dişbudaklar süsler buraları.

Benzer peyzaj, yukarıdaki setlerde de fazlasıyla gözlenir.

Ana sarayda, bu görkemli peyzajla bütünleşen heykeller, ‘Beylerbeyi Sarayı’na apayrı bir hava katar!

Paris’te yaptırıldığı söylenen eserler arasında, özellikle aslan ve kaplan heykelleri ön plana çıkar.  Kaplan heykelleri, doğurganlığı betimleyen tasarımlarda, ana ve yavru ile ‘anaçlık- annelik’ teması ile ön plana çıkar!

Aslan heykellerinde ise durum çok daha farklı.  Sarayın giriş kapılarında, iki yanda yer alan tasvirler gücü simgeler! Ancak bir tanesi diğerlerinden çok farklı! Bir aslan, sağ pençesi ile bir küreyi; olası dünyayı zapt etmiştir!  Ne demek istenmiş acaba?

Bu arada geyik tasvirleri de ilgi çekicidir!

‘Abdülaziz’ döneminde yapılmış heykellerin yirmi civarı günümüze ulaşabilmiş!

 ‘Beylerbeyi Sarayı’ ünlü mimar ‘Vedat Tek’ tarafından 1909’da yenileniyor!  Döneminin son derece özel sanatçısı!

Ana sarayın, görkemli bahçesindeki bir iki yapı ile hayvanların korunduğu yerler ve basit çaplı bir tıbbi merkezin günümüze ulaşamadığı söylenir.

Ulaşanlar zaten çok değerli!

Ulu önderimiz eşliğinde, 1936’da ‘Balkan Oyunları Festivali’ burada yapılmış.

‘Beylerbeyi Sarayı’ gerçekten çok önemli değerler barındırıyor! Kentte yaşayanlar zaten bilmeli;  peki İstanbul dışındakiler?