Az kişinin bildiği;  çok ‘az’ın ziyaret ettiği;

TEKFUR SARAYI…

Bir müze olarak çok farklı!

Edirnekapı’nın arkaları. ‘Konstantinepolis’ surları kısmen yıkık, kısmen onarılmış! Sokaklar gerçekten ilginç, yukarıdan inerken gözünüz solda olsun; surlarda! Yıkık da olsa, tahrip edilmiş de olsa, tarih en azından! Hayal ettiriyor! Sağa bakınca; bu ne diyor insan? Haşa; yaşayan halkın suçu değil bu, yönetimlerin! Derme çatma binalar, garip apartmanımsı bir şeyler, kondular!

Karşısındaki tarihe bakan bir; zavallılık! Kötü yönetim, kötü tarih bilinci! İçi acıyor insanın.

Herkes bu bölgede Kariye’ye gelir; zaten sadece o anımsanır! Tekfur Sarayı, gözden kaçar; diğer pek çok değer gibi. Halbuki çok önemli, kesin olmamakla beraber, 1000 yıllık bir süreç söz konusu.

Yeni jenerasyon bilmez, EĞRİKAPI’yı! Kente giriş için kullanılan çok çeşitli kapılar varmış İstanbul’da! Fetih’den sonra, pek çoğunu semt ismi olarak görürüz. Kumkapı, Yenikapı, Edirnekapı gibi. Ama mesela Çatladıkapı, Eğrikapı ve diğerleri pek bilinmez. Burası Eğrikapı’nın dibi aslında.

Tekfur Sarayı’nı, kimin yaptırdığı konusunda farklı düşünceler var. Mesela Kommenos’un eşi İrene için diyenler var; ya da Mihael’in, oğlu Konstantinos için planlandığı!

Büyük şehir surlarını inşa ettiren Theodious’a işaret eden de var; ya da 7. Konstantin’in oğlu Romanos için diyen?

Tekfur sarayının inşa yılı tam olarak bilinmese de, tarihe ışık tutan tavrı dikkat çeker. 12. Y.Y. Bizans İmparatorluğu Sarayının devamı gibi söylemler, BLAHERNE ya da ‘Blakhernai’! 10. ve 13. Y.Y.’a işaret eden var. Oysa; Blaherne’nin inşası, kimi kayıtlarda 6. Y.Y. Ana saray çalışanlarının ikameti için yapılan ek bina ya da müştemilat olarak tanımlayanlar var. İsimlendirmede de farklılıklar söz konusu. Palatium Constantini mesela; çok sonraları Porfirogenetos! Bir başka görüş; 5.Y.Y.’da, Anastosios döneminde ilk yapının varlığı, değişimlerin ardından aynı temellerde 12.Y.Y.’da çok daha büyük bir sarayın yükselmesi? ‘Bukoleon Sarayı’ olarak adlandırma? Bir başka görüşte; ‘Büyük Saray’dan bu saraya dönem içinde bir taşınma?

Hemen kent surlarının arkasına inşa edilmiş, geniş avlulu kısmen yüksek yapı ‘döneme göre’ YÜKSEK SARAY olarak da ad bulmuş! Bence ‘BÜYÜK SARAY’ deyimi ile de karıştırılmış. Zira, ‘Palatium Constantini’; bugünkü Sultanahmet Meydanı’na, Ayasofya’nın yanında ki bir araziye denk geliyor! Kısaca, net bilgi yok elimizde. Tek gerçek; burada yüzyıllar içinde birden çok binanın yükselmesi. Yıllar ve isimler net değil!

Sergilenenleri anlatacağız, hepsi değerli; bina daha değerli ama! Siz karar verin gelince! Ayakta kalması bile mucize, emeği geçenleri, bugünlere ulaştıranlara saygı. 1261’de bir onarımdan söz edilmiş.

1400’lerin başlarında, burası tam bir harabe. Yakılmış, yıkılmış istilalarla baş edememiş. Fetih’ten sonra 1400’lerin ikinci yarısında onarımlar var ama kapsamı meçhul! Sonrasında, farklı amaçlar için kullanım söz konusu. 1600’lerde yeniden bir harabiyet. Osmanlı, gerileme de kimse dikkat etmiyor.

Oysa; 1700’lerde, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın buraya ayrı bir ilgisi var. Sarayın damadı ve sadrazamı. Çabalarını, eserlerden söz ederken anlatacağız!

1900’lerde sadece dört duvar var burada; o denli yıkık! İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü dolayısı ile, 1953’de bir onarım başlatılıyor. 1955-1970 yılları arasında, uzun bir dönem de, ara ara yenileme çabaları var; ama yetersiz! Yıllar sonra, 2005’den itibaren ciddi bir onarım başlıyor, olmayan çatı yapılıyor mesela! Yine, küçük aralıklarla da olsa tamirat- tadilat işleri 2018’e dek sürüyor. 2019’da ise tamamlanıyor.

2020’lerde şık bir müze; ziyarete açık. Meşhur ‘Kaşıkçı Elması’nın buradan çıktığı söylemi var! Zaten bunun gibi söylemler, yıllar boyunca definecilerin binayı talan etmesine sebep olmuş.

Mimariye bakalım şimdi. Sıra dışı balkon özeldir. Zemin ve orta kat bağlantıları aslında daha önemlidir. Küfeki taşı bezemeleri ile üst kat kademeli kemer biçim yapısı ilgi çeker. Dikdörtgen planlı yapının ölçümleri de ilginç! Giriş yaklaşık 170 m2. Birinci kat yaklaşık 200 m2. İkinci kat yaklaşık 215 m2. Nasıl mı? Gidip, görün. Bina, yüzyıllar içinde yıkılıp, tahrip olup defalarca onarım görmüş, çeşitli eklemelere maruz kalmış. Günümüzde hemen fark edilen katlar arasındaki inşa tekniği değişkenlikleri buna işaret ediyor. İşte sebep o. Son olarak da, bana çok ilginç gelen bir not vereyim binaya dair. Dış cephenin ortasında, mermer konsollara oturan bir çıkma fark ediliyor. İşte burası minyatür bir ‘Şapel’. Ve sıkı durun, sadece bir kişinin ibadet edebileceği büyüklükte! Böylesi bir durum, Roma ve Bizans kalıntılarında hemen hiç görülmez.

Şu an dünyada ayakta olan tek Bizans Sarayı! Ve bunu, olası gerçek İstanbul’lu bile bilmiyor! Peki TEKFUR adı nereden geliyor? Farklı görüşler var. TACVER; Pers dilinde ‘Sultan’ demek. Ermenice’de ise; TAKAVOR veya TEKABUR, Kral demek. Sarayın isminin, bu kelimelerin devşirilerek oluştuğu yönünde görüşler hakim.

Bir süre sadece Musevi’lerin yaşaması için tahsis edilmiş; Osman’lı da! Piri Reis’in çizimlerinde yer alan biçiminde, o zaman ki çatı gerçekten çok şık. Evliya Çelebi de yapıdan söz etmiş, eserlerinde. Batılı gezginlerin çeşitli notlarında da var Tekfur Sarayı. Çok ilginç, bir süre hayvanat bahçesi olarak kullanılmış. Daha yeni tarihlerde de şişe fabrikası olarak kullanıldığı, kaydedilmiş. Bir başka önemli ayrımda; Osmanlı; bina sağlamken hiçbir biçimde saray olarak kullanmamış burayı.

Gelelim, içeriye. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın, 18. Y.Y.’da, İznik’den çini ustalarını getirtip, burada bir çini atölyesi kurdurtması, batılı bir anlayışı simgeliyor. Bu proje o kadar iyi çalışır ki, zaman içinde tıpkı İznik çinileri gibi üretim başlar. Çıkan eserler de pek çok yapı süslemesinde kullanılır. Mesela, Kandilli Cami. 3. Ahmet Çeşmesi ve Hekimoğlu Ali Paşa Cami’de… Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (1660-1730) sorunlu bir dönemde Sadrazam olmasına rağmen pek çok başarıya imza atmış; buranın dışında. Osmanlı’da sanayinin ilk önemli adımları, matbaanın kuruluşu, çeşitli yenileştirme hareketlerinde O’nun imzası var. ‘Lala Devri’. Fakat sonu kötü olmuş, ‘Patrona Halil Ayaklanması’sırasında Padişah 3. Ahmet tarafından öldürülüp, cesedi isyancılara verilmiş!

Sarayı ziyaret edenler,  bu tarihi çini fırınlarını görecekler. Ve tabi pek çok çini eseri. Bunlar dışında, cam ürünler, tabak, çanak, çeşitli kap ve amforalar. Duvar kaplama seramik çeşitleri, muhteşem bir mihrap. Hristiyanlığa ait baskılar, dikit sütunlar ve sütun başlıkları, görülecekler arasında!

Bunlar var olanlar! Ama yok olan? Ünlü Roma İmparatorlarının, altından yapılmış, çok çeşitli mücevherler ile bezenmiş ünlü taht’ın, bu saraydan kaybolduğu belirtiliyor. Hiçbir zaman bulunamamış.

Tekfur Sarayı; sayısız savaş ve istilanın yanında, yangınlarla da boğuşmuş. Kayıtta olanların en büyükleri; 1864 ve 1894 tarihlerinde olanlar. Kısaca bu kadar badireden sonra yaşaması, mucize!

Evet İstanbul tutkunları, tabi bilmeyenler ve görmeyenler için söylüyorum. Müthiş değerli bir yapıya sahibiz, kentimizde. Dünyaca ünlü. Tanıyalım, tanıtalım. Başka bir ülkede olsa ziyaretçi akınına uğramasına kesin gözü ile bakılan böyle bir yerde, benim ziyaretim ve çekimlerim esnasında bir kişi bile yoktu. Ne kadar garip! Umarım benim gibi gezginler, burayı rotalarına alıp daha geniş kitlelerin tanıması adına sitelerinde yer verirler.

Ulaşım gayet kolay. Özel aracınız ile giderseniz, çevre sokaklarda park yeri bulmanız mümkün. Toplu taşıma ile de Fatih, Edirnekapı istikametine giden otobüslerden yaralanacaksınız. Ana yolda indikten sonra da biraz yürünecek, hepsi bu kadar. Tabelalar zaten sizi yönlendirecek.

Tekfur Sarayı; notlarınız arasında mutlaka olsun.