Bu keyif’den, lezzet’den geri kalmamalı; belki bir yelkenli ile yaşamalı…    

MARSİLYA…

Yukarılardan bakınca, karadaki keşmekeşin, denizdeki sükûnetle buluşması!

‘Bastis’ içmeye gidiyoruz; özel çünkü! Üstüne de; ‘Boullabaisse’yi tadacağız. Bizim balık çorbasının, biraz değişiği. Safran’lı, domatesli; balık dışında istenen deniz ürünü ile de pişirilir. Ama bunları nerede yapacağız? ‘Le Vieux Port’da. Orası da neresi diyenler; başlığa bakmamış olanlar.

Yine deli, yine başka bir yerdeyiz. Provence-Alpes-Cote d’Azur bölgesi burası. Fransa’da kaymak tabaka, bu bölgelerde yaşar. Tarihsel başkentin tüm özellikleri, ayaklarımızın altında. Marsilya’dayız. Biz, boşa gitmeyiz bir yere, farklılığı olmalı.  Burada da çok var. 2013 UNESCO Dünya Kültür Başkenti, olmazdı yoksa!

İ.Ö. 600’de, o zaman bir Yunan şehri olan Phokaia yani ‘Foça’ yani Anadolu’dan çıkan denizciler, olası keşif amaçlı bu kıyılara geldiklerinde; seviyorlar burayı. Kimileri yerleşmek istiyor. ‘Demir’i atıp, bir daha da gitmiyorlar; bazıları. İşte Marsilya böyle kuruluyor. Fransa’nın 2. büyük kenti burası, binlerce yıllık tarihi ile!  Yaşayan 17. Y.Y. yapıları, yeşili, denizi, lezzetleri, tabi ki şarabı ile; benim favorilerimden.

Serde kaptanlık var ya; sayısız teknenin yan yana huzur içinde salınmasını izlemek bile muhteşem. Marsilya; Avrupa’nın önde gelen liman kentlerinden. Öncelikle, bunca tekne, bunca kaptan neden demir atsın ki buraya? Sebebi var, belli ki. Lacivert deniz olabilir mi? Eşsiz tarih ve eserler, elbet etken! Peki; lezzetler? Hepsi var da, ama basit gündelik keyifli yaşam; bence sorunun cevabı!  Seyirden dönüp tekneyi bağlayınca,  karada seni bekleyen biri ya da birilerinin varlığı,  ‘pasarella’dan karaya ilk adımı attığında gideceğin bir yerinin olması, dahası; orada ‘iki lafın belini kıracağın’ dostlarının varlığı, iki tek attıktan sonra sohbetin, dayanışmanın, arkadaşlığın keyfi;  ‘bugün de güzeliz’  lafının tam orta yeri değil mi? Hadi gel de yaşama!

Marsilya’ya, Siyah’tarafından bakalım birde. Fransa’nın göç almış önemli bölgelerinden ve suç oranı gerçekten yüksek; siyahi nüfus çok fazla. ‘Beyaz’tarafından da bakacağız! Ara sokaklarda mutlak dikkatli olalım, ama rap dinlemekten de geri kalmayalım. Siyahiler’ den tabi, sevene. Onların Arap mutfağı da önemlidir mesela. Pazarlarında alışveriş, tam bir karnaval. Toplumda yer etmiş yıllar içinde. İnsan rengi nedir ki? Seni ortaya koyan, cildinin değil, içinin rengidir.

Ülkemizden düzenli uçak seferleri ile ulaşılır; Marsilya’ya!  Metro ya da otobüs ile de merkeze! Her şey adeta liman çevresinde toplanmış. Yürüyerek keşfedilecek bir yer aslında. Tekne ile denizden enfes tabi ama, herkesin bu olanağı olmayabilir. Kışı’da güzeldir ama yaz’ı bir başkadır, Marsilya’nın. Sıcak baymaz, ama sarmalar tenini. Zaten yazın, tekneciler, deniz tutkunları doldurur sokakları, plajları. Denize inen her sokak da, aslında bir hikaye vardır. Bazen, soğuk bir biranın eşliğinde anlatılan ya da kırmızı şarapla taçlanan müthiş sohbetlere gebedir bu sokaklar. Yüzlerce ‘gurcata’önünde sallanırken, kaptanlar sakindir, tayfa telaşlı. Deneyim mi desem? Eller deklanşörden neredeyse kalkmaz. Bu arada ‘ağlar boşalır’, reisler! bir nefes alır.  ‘Daily tour’dan dönenler, merkeze ayak basar. Marsilya’da hayat hiç durmaz; gündüz de, gece de.

Güneş, nöbeti ay’a bırakınca, ‘volume’ yükselmeye başlar. Tıpkı gökyüzündeki yer değişiminin hızında yavaş yavaş; limanın çevresinde, ‘Cours Julien’ de devam eder bu renkli hayat; yaşanmalıdır. İsteyen konaklama olanakları da bulur burada. Sokak renkleri ve boyamaları ünlü!

Yemek deyince, Fransız mutfağı yanında İspanyol ve Korsika mutfağı da,  etkin. Arap mutfağını zaten söylemiştik. ‘La Canabiere’buraya dikkat, belki de şehrin en gözde caddesi. Yeme içme olanakları yanında, alışveriş mekanları ve sokak sanatçıları da, önemli. Zaten merkez, göreceksiniz.

‘La Plaine’de, sokak partileri farklı! Yemek sonrası ‘mekan’a sıkışmak istemeyenler için ideal. Tabi mevsiminde. Madem sokak sokak geziyoruz, eski limana, ‘Belsunca’ ya uzanalım. Tarihe de adım atalım. Burada da konaklama tercihlerinize cevap verecek nitelikte tesisler mevcut. Farklı özellikleri ile ‘Noailles’de de kalabilirsiniz. Gece eğlenceleri için az önce saydığım merkezler, ön planda. ‘Benim amacım eğlence değil, salt gezmek ve dinlenmek’diyenler; Marsilya sizin için de özel.

Yazın tabi deniz, güneş, kumsal. Kentte, merkeze hemen yürüme mesafesindeki ‘Katalanlar’plajı, ihtiyacı fazlasıyla karşılar. ‘Prado’ve diğerleri de var elbette. Burası plajlar kenti. Madem denize indik, tekne ile 3 mil mesafedeki ‘Chateau d’lf’  rotada olsun. 1524’e tarihli bir güvenlik kalesi aslında. 17. Y.Y.’dan sonra hapishane olarak kullanılmış. Şu an bir turistik nokta. Peki özelliği ne? ‘Monte Christo’ kontunu hepimiz okuduk sanırım. Aleksandr Dumas’ın, ölümsüz eseri. Hikayenin temeli bu adada geçer. Liman’dan kalkan botlar ile gidip, o sır dolu yaşamı, hikayeyi koklayabilirsiniz. Dönüşte dikkat; botlar bazen dolunca zamanından önce kalkıyor, mazallah hapishanede kalmayın, okuduklarınızı yaşamayın!

Ana karaya dönünce, ‘Prado’pazarında doyasıya alışveriş yapın. Soluklanmak isteyenler ‘sirop’ içsin, buz gibi. Orijinal meyveli gazozları. Sonra, ‘St. Nicholas’ kalesinden müthiş manzarayı fotoğraflayın. ‘Joliette’ ye veya ‘Republique’ya gidip sokaklarda bilerek kaybolun. Zenginliği görüyor musun? Oysa bunlar daha yarısı bile değil.

‘La Panier’. Eski kent, tam da merkez. Yine cafeler, barlar, restler; ama geleneksel. Sokaklar fotoğraflık ve bir müze ile taçlanıyor. ‘Akdeniz Arkeoloji’ Müzesi. Uzun zaman geçireceksiniz burada; kesin. Bazen insanın ayrılmak istemediği yerler olur ya; burası da böyle.  ‘La Panier’i bırakamazsınız.

Müze dedik sürdürelim. Eski kıta da, pek çok yerde olduğu gibi, Marsilya da, bir müze kent. Başlayalım. ‘Tarih Müzesi’nde, tarih öncesinden Roma dönemine sayısız eser sergileniyor. ‘Çağdaş Sanatlar Müzesi’nde, 60’lardan bu yana ‘Caesar’, ‘Viallat’, ‘Buren’in eserleri ziyaretçileri beklemekte. Yanı sıra, ‘Cantini Müzesi’nde şaşırtıcı eserler, ‘Denizcilik Müzesi’nde, ilginizi çekebilecek çok sayıda obje, sizleri bekliyor.

Şimdiki mekana ayrı bir not düşelim. Bence kaçırmayın. ‘La Vielle Charite’. 1620-94’e tarihleniyor. O yıllarda yoksulların barınması için tasarlanmış. Yoksullar burada ise, zenginler nerede yaşıyormuş acaba dedirtir cinsten. Neo-klasik. ‘Pierre Pugetin’ tasarımı.

 

2013 UNESCO Dünya Kültür Başkenti seçildiğinde Marsilya’ya kazandırılan MUCEM; bu bölümün son notlarından olsun. ‘Rudi Ricciotti’ imzalı. Akdeniz bölgesinin, tarihsel kültürel eserleri bir araya getirilmiş. Yapı ilginç. Sıra dışı mimaride cam ve konstrüksiyon elemanları kullanılmış. Farklı bir köprü ile mekan, ‘St. Jean’kalesine bağlanmış. E, bizde köprüden geçip kaleye gidelim. St. Jean şövalyeleri tarih sahnesinde özellikle ortaçağda hep karşımıza çıkar, özellikle Akdeniz de. Rodos’ta, Malta’da. Denizcilikleri mükemmel, savaşçılıkları ise kusursuz. Tapınak şövalyeleri olarak da değerlendirilse de aslında iyi strateji uzmanlarıdır. Din olgusu zaten vardır bu kavram da.

Evet Marsilya, özümsenerek yaşanacak ve hatta kalınacak yer. Yazın gelin dedik ya;  sonbahar ve kış etkinlikleri de sizi buraya çağırabilir! Ekim’de ‘Fiesta des Suds’ müzik festivali örneğin; ya da Şubat’da ‘Open 13’ tenis turnuvası. Fazlası da var.

Denizle iç içe bir kent Marsilya. Sayısız yelkenli direği, masmavi sularda bir sancağa, bir iskeleye yatar. Seyirde ‘tramola’lar atılır, ‘kavança’ya dikkat. Aman ‘broş’! Kaptanlar dümende dikkatli, tayfanın gözü ufukta, eller halat da. Makaralar döner, hayat gibi yelkenler açılır. Gerekirse kısılır. Keşke, herkes deneyimlese…

Marsilya’nın rengi, şüphesiz mavidir. Ama, yeşile ne demeli? Yeşilde yürüyelim azıcık.  Fransa’nın sayılı parklarından ‘Borely’, tam 18 hektar. ‘Calanques’milli parkı, zaten listede olacak. Yeşil dedik ama, buraya tekne ile de gelinebilir. Hatta çevresinde dalınabilir. Ya da hoş patikalardan salına salına yürüyerek ulaşılır.

‘Jardin de la Colline Puget’.Ressam’ın gör dediği. Yeşilin yanında tarihsel çeşmeler, hayvanat bahçesi ve müze/ saray ile gerçekten özel.

 Mola vermeden devam. Soluklanmak isteyenlere bir ayrıcalık, tabi kahve ya da şarap eşliğinde hem dinlenme, hem de ‘gezi’yi gözden geçirme. Oturalım, Port’un girişinde ‘Palais de Pharo’ ya karşı. 500 oda; şaka değil ama saçma! Belki görkemli. 3.Napolyon, tarih 1858.

Yürüyelim arkadaşlar. Galeri ‘La Fayette’. Müzeleri anlatırken saymadık mesela; ‘Beaux- Art’Müze. Geleneksel Avrupai yapı çok önemli de, etnik kültürlerin katkısı da göz ardı edilemez. Arap kültüründen söz ettik; devamında Hint ve Çin kültürü de görülür; Marsilya da.

Kentin simgelerinden birini, sona bıraktık. Biraz irdeleyelim. ‘Notre Dame de La Gard’. Yapım yılı ile ilgili çelişkili tarihler var! Başka yapılarda da tanık olduğum olgu. İlk yapılanın yıkılmış olması, sonrakilerin, bu temeller üzerinde yükselmesi. ‘De la Gard’ için, 1214 tarihine atıf var. 1853 yılı da önemli burası için. Yıkılma, yenileme de olabilir. Ancak 1864 tarihine de işaret! Yüzyıllara varan bir tarihi sapma olabilir mi? Belge, bilgi eksikliği ve dönemsel sorunlar. Özellik önemli ama; balığa çıkmadan evvel tekneleri ve bereketleri için dua eden kaptanlar, burayı seçmiş hep. Neo Bizans stili yapı, 162 metre yükseklik. Renkli mermer ve mozaikler ile tematik duvar resimleri görkemli. 10 metre üzeri yükseltilerde, çan kulesi ve Meryem Ana heykeli dikkate değer.

Artık bitiyoruz. ‘De la Mayor’Katedrali 1893-96’ ya tarihli. Kubbeli dizayn, kırmızı yeşil taşlar ve beyaz mermer bezemeleri ile ön planda!

Bir 18. Y.Y. eseri, Opera ‘Municipal’. Müzik zevkinize hitap ederken, damaklarınızı da okşayacak. Opera/ Rest. Her yerde bulunmaz.

Son olarak da ‘Abbey of St. Victor’Kilisesi. 14.Y.Y. Azizin ruhuna adanmış. Heykeller ve duvar süslemeleri enteresan.

Daha devam mı diyenlere; 1938 Dünya Kupası için inşa edilen‘Velodrome’futbol Stadını, hala hızını alamayanlara da  ‘La Corniche’sahil şeridini işaret edeceğiz. 5 km. yürüyün, koşun sonra da keyifli pub ve restler de yorgunluk atın.

Marsilya’yı gezerken de; beni anın.