Karadeniz’de ama, İstanbul’un da dibinde!

İĞNEADA

Löngöz ormanları ile dünyada emsalsiz! Lezzetleri ile sıra dışı…

Upuzun yeşilliklerin ortasında akan suda yol alan teknenin kürek izleri göz alıcı! Gece olsa ‘yakamozlar’ oluşur; ay ışığı varsa tabi! Ama gece girilmez buralara! Gün ışığında bile kaybolmak olası!

Biz kaptanlar, denizde ardımızda kalan yerlere ‘dümen suyunda’ bıraktık deriz. Burada kürek suyunda?

Sihirli bir coğrafya  ‘İğneada’.

Devasa ağaçların arasındaki göller ve küçük derelerde kuş cıvıltıları arasında yol yapıyorsunuz. Bazen de yabani hayvan sesleri eşlik ediyor bu geziye.

Basit bir kano bu! Bazen tek, kimi zaman ikili olarak kullanılır. Suyla neredeyse aynı hizada; ancak dalga ve akıntı olmadığından güvenli.

Bu muhteşem yer, ‘Kırklareli’ ilimizin ‘Demirköy’ ilçesi yakınlarında. Sahip olunan özellikler olağanüstü. Löngöz ormanları ise dünyada sayılı. Su basmış orman niteliğindeki arazilere bu ad veriliyor. Bir elin parmakları kadar şu dev dünyada! Ne kadar şanslıyız…

Trakya burası. Zaten çok güzeldir ve bu manada da özel.

İstanbul’dan karayolu ile ulaşım yaklaşık 3 saat. 250 km kadar… Burası Kırklareli merkeze yaklaşık 100 km. Edirne’ye 165 km. civarında.

Son yıllarda bölgede çadır, kamp, karavan vs. ile gezginler ilgiyi arttırmış durumda! Yemyeşil bir doğanın ortasında hem deniz hem de tatlı su olanakları öne çıkan bir bölge. Buraya özel araç ile gelmeli. Yakın yerlerde çok fazla nokta var ziyareti hak eden.

‘Istranca’ dağlarının Karadeniz’e bakan tarafındaki yerleşimde, meşeden kayına; kızılağaca, dişbudak ve sayısız çam çeşidine rastlanan görkemli ormanlar gerçekten ihtişamlı!

500 civarı bitki ve hayvan çeşitliliği ise tam bir sürpriz.

Göçmen kuşların ana merkezi. Kuğular çok özel. Yaban kedisi de var, su samuru ve sürüngenler de; hatta çok daha fazlası… Başka bir yer sanki!

Dikkat; orman yürüyüşlerindeki rotanız uzun ise mutlaka yerel rehberlerden destek almalı. Kaybolmak mümkün. Aynı ağaçlar, benzer yükseltiler, kıvrımlı yollar sizi yanıltabilir.

Eski Yunanlılar bu bölgede yaşayan tüm kavimlere ‘Thrac’ Trak bölgeye de; ‘Thrace’ ya da Thracia olarak adlandırmış. Biz de ‘Trakya’ diyoruz ya.

I.O. 476’da ‘Attik Delos’ deniz birliği kuvvetlerinin bu bölgeyi ele geçirmesi ile beraber Atina’nın egemenliği söz konusu Trakya’da.

Devamında, uygarlıklar tarihinde birçok değişim tabi ki buralarda da yaşanmış. I.O. 74’de Roma İmparatorluğu egemenliğini görüyoruz. Anadolu’nun Türklerce fethi sonrasında, kısmen gözüken egemenlikler var ancak tam yönetim İstanbul’un fethinden az önce. Bölge hakim güçlerine komuta eden kişi; ‘İne bey’. Fetihten sonra da, bölge bu komutanın ismi ile anılmaya başlamış. ‘İneada’… Halkın ağzına daha doğru yerleştiği isim ile ‘İğneada’.
İstanbul’un fethinde etkin olan pek çok topun yapım yeri de burası…

‘Fatih dökümhanesi’ demişler adına! Ziyarette pek bir şey görmek olası değil. Bir cami ve birkaç döküm tezgahından günümüze kalanlar. Zamanınınız varsa gidin. Başıboş köpekler çevrenizi sarabilir. Orman içlerinde ve hatta köy merkezinde de bir sorun bu. Bakılamayan köpekler buralarda terk ediliyor ve sokak hayvanları ile birlikte ürüyorlar. Çok ciddi bir sorun ve hemen önlem alınması lazım. Şu ana dek bir problem yaşanmamış ama her an olabilir.

Berrak ama soğuk denizler bekliyor sizleri burada. 20 km. civarı uzunluktaki plajlar ‘İğneada’yı sarmalamış. Köyün içinden son derece konforlu olarak denize girilebilir. Plaj olağanüstü keyifli…

Gelelim lokantalara…

‘İğneada’da malum mutfaklar deniz ürünleri ile ön planda. Ancak burası Trakya! Etin merkezi! Köfteler, sucuklar ve tabi başka kırmızı et ürünleri de revaçta!

Benim favorim kumsalın bitimindeki, köy meydanından yürüme mesafesindeki balık lokantaları.  Mezeler keyifli, ara sıcaklar leziz, farklı pişirme yöntemleri ile sunulan balıklar şık. Yalnız otele dönüşte dikkat; köpekler eşlik edecek yine!

Tarihsel bir değerdir; ‘İğneada Feneri’! Buraya ‘Fransız Feneri’de deniyor.

Köyün en üst bölümünde, çok keyifli villaların olduğu dar sokaklardan varılır. Uçsuz bucaksız Karadeniz, tepeden görülür.  Bembeyaz boyanmış, yıllarca kaptanlara, gemicilere kılavuzluk yapmış bir sihirli mekan.

Fener, 1866’ya tarihleniyor! ‘Abdülaziz’ dönemi. O dönemde özellikle yeni yapılaşmada önde olan Fransızlar tarafından inşası şaşırtıcı değil!

Buradan, aslında ‘İğneada’nın pek çok yerinden de gün batımını izlemek olağanüstüdür! Kırmızı renge dönen yuvarlaklacivert sular ile buluşur ve yavaştan derinlere doğru gider, kaybolur. Ortam kararır, sessizlik bir anda coşkuya dönüşür. Bu resme tanık olmak özeldir!

‘İğneda’ gezisinde ATV turları, balık tutma, mantar toplama gibi aktiviteler de yaşanabilir. Tabi ki trekking de! Bu yürüyüşler Löngöz ormanları dışında da olabilir. Göl ve derelerdeki kano gezileri yılın her ayı gündemde. Ancak burası Karadeniz ve kışın ısı eksi derecelerde! Diğer yandan yaz mevsimi uzun olmasa da özellikle Temmuz ve Ağustos aylarında denizden yararlanmak olası.

‘Beğendik köyü’ ve plajı…

Deniz kıyısına ulaştığınızda karşıya bakın, devasa dalgalanan bir Bulgar bayrağı göreceksiniz. Evet, tam da sınırdayız. Karşısı Bulgaristan. Kıyılar ortak ve yasal bir sorun olmasa buradan yürüyerek Bulgaristan’a geçilebilir.

‘Beğendik’ plajı genelde sert denizler kaldırır, kimi zaman denize girmek tehlikeli olabilir. Buranın bir başka özelliği ‘tenekede tavuk’… Damağınıza uyarsa bu ilginç pişirme yöntemi ile yerel tavuk eti denenebilir. Köyden taze yumurta almakta olası!

‘İğneda’ya gelmişken sevdiklerimize ne götürebiliriz? Elbette bal… Bölgede çok ünlü ve leziz. Tabi ki gerçeğini bulmalı! Doğa, arıcılık için son derece uygun. Buraların mantarı da özel. Tabi sevene? Yakın yere gidiyorsanız, et çeşitleri de satın alınabilir. Tabi yaz mevsimi hariç.

‘İğneada’ 1700’ler ve devamında 1800’lerde gayrimüslim tebanın yerleştirildiği bir yer.

‘Bulgarlar’ var, ‘Rumlar’ tabi ki var. ‘Romenler’ ve kısmen diğer tebalardan gelenler… 

Bunlar küçük topluluklar, tarım ile hayvancılıkla yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlar. Bugün dahi izleri görülür. Elbette her topluluk kendi bildiği, uğraştığı biçimi oluşturmaya başlamış ve zamanla çok çeşitlilik oluşmuş. Sonrasında da; zenaat!

Sepetçilik, kalaycılık, odun kömürü imalatı, nalbantlık, at arabası tamiri, kerpiç ve tuğla imalatı gibi.

Oysa burası bir liman köyü? Denizcilik çok sonraları gelişmeye başlamış ama!

İğneada limanı yerel balıkçı teknelerinin buluşma noktası ancak buraya tekneleri ile gelenler de bağlama alanı bulabilirler. Liman müsait.

Köyün içinde geleneksel mimari izleri taşıyan tarihsel binalara rastlamak olası değil.  Ancak köy kültürü az da olsa devam ettiriliyor.  

Selamlaşmalar, aynı biçimdeki yeme kültürü,  konuşmalardan kulaklara yansıyanlar ve ayrılırken söylenenler bence çok değerli. Umarım bozulmaz bu samimiyet, içtenlik…

İğneada fenerine giderken, ara yollarda özellikle tadilatı yapılan ya da yeniden inşa edilen keyifli evler önünüzde olacak. Ferahlatıyor insanı bu görüntüler ama tadilat bekleyen çok sayıda evi de görünce insan bir umutsuzluğa düşüyor. İnşallah en kısa zamanda onlar da olması gerektiği gibi yaşamın içinde yer alırlar.

Buranın özeli, löngöz ormanlarından ve göllerden söz ettik. Şimdi daha yakından bakalım. Kimi kaynaklara göre yedi, bazılarına ise altı göl var. Birinin kuruduğu söyleniyor?

‘Mert gölü’ hemen köyün yanı başında denizle bağlantısı olan bir temel niteliğinde! Çevresinde uzun bir kumsal var ve dinlenme tesisleri.

2007’de Milli park ilan edilen İğneada’da, löngöz içinde dört adet göle ulaşmak olası.

Mert gölünden kano ile ile löngöz içine girilebilir.

Hamam gölü ile birleşik ‘Aypolos’ olarak bilinen bölgenin bir farklılığı var. Tarihsel dönemlere ait kimi buluntuların olduğu söz konusu! Özellikle ‘Bulanık dere’nin deniz ile kavuştuğu yerlerde, bu örneklere rastlamak olası? Bir kazı ve araştırma yapılmadığından cevap vermek zor.

Kampçılar, çadırcılar, karavancılar dışında bölgede konaklamak sınırlı. Birkaç otel var araştırarak gitmeli.

2 ya da 3 gün de, hava uygunsa bölge tamamen gezilebilir.

Buralara gelmişken ‘Dupnisa mağaras’ını görmeden gitmeyin. Farklı dönemlerde bazı bölümleri kapalı ! Yarasaların üreme zamanı gibi…

Yer altı sularının aktığı, sarkıt ve divitlerin muhteşem görüntüsü ile öne çıkan bir mağara.

Üç bölümden oluşan ve tamamını gezmenin bir saatten fazla süre alacağı bir yer.

Kaçırılmaması gereken bir diğer yer ise ‘Sislioba köyü’.

Bölgedeki en eski yerleşim burada. Yağmurlu havalarda dar ve dik yollardan buraya inerken dikkatli olun, araç kayabilir. Köyün üstlerinde ancak yayan olarak gidilecek bir kale kalıntısı var. Çok bir önem taşımıyor ama bu kalıntılar…

Güzel havalarda köyün giriş ve çıkışında yerel ürünleri satan köylüler ile sohbet edin, hatta tezgahlardaki ürünlerden satın alın. Bu tip yerleşimleri desteklemeli.

Tatlı tuzlu gölleri, kıyı kumulları, bataklıkları, mağaraları, yer altı suları ile büyüleyici bir coğrafya İğneda!

İster hafta sonu gidin, ister daha uzun süre kalın! İğneada hala az bilinen ama çok değer barındıran bir destinasyon.